Merhaba;
Evet çok haklısınız biraz geç kaldım… ama kendimi affettirmek için tarzı ile çok konuşulan bir isimle buluşturuyorum sizleri 🙂
Bu ay Sevdiğim Stiller köşemin konuğu; anne, stylist, moda editörü, stil danışmanı, eğitimci Ceylan Atınç…
Ceylan ile geçtiğimiz cuma (31.03.2017) Nişantaşı Nopa’ da danışmanlığını yaptığı Fidan Şimşek koleksiyon sunumu sonrası buluştuk ve hoş bir sohbet gerçekleştirdik. Ben sordum, O’ da içten ve yalın bir şekilde yanıtladı…
Dilerim sizde keyif alarak okur, hakkında bilmediklerinizi ve merak ettiklerinizi öğrenmiş olursunuz 🙂
Beğenirseniz yıldızımı tıklamayı ve paylaşmayı unutmayın 🙂
Yorumlarınızı bekliyorum, sevgiler.
Aslı
ModaStilde (MA): Biraz kendinden bahseder misin?
Ceylan Atınç (CA): 1982 doğumluyum, Ankara’lıyım. Ankara aslında çok sıkıcı bir yer gibi görülmekle beraber moda dünyasında bildiğin Tamer Yılmaz, Hakan Öztürk, Ece Sükan, Koray Birand, Emre Güven gibi bir sürü isim var.
Geçenlerde bir arkadaşım hatta “siz Ankara’lılar herhalde o kadar sıkılıyorsunuz ki İstanbul’a gelince yaratıcılığınız ortaya çıkıyor” dedi 🙂
Ankara’da iyi bir disiplin var, ben bu disiplinle büyüdüm ve hem eğitim hayatımda hem de özel hayatımda oldukça disiplinliydim ve hep hangi işi yapmak istediğimi biliyordum. Modayı hep seviyordum ve okumaya çok meraklıydım. O nedenle önce çocuk dergileri sonra genç kız dergileri Hey Girl gibi, sonra Marie Claire ilk Türk moda dergisi. Sonra yabancı dergileri getirtmeye ve almaya başladım. Bunun gibi bir şekilde akış yaşadım.
Okumaya gelince; benim dedem politikacı, eski bakan. O hep siyasetle ilgilenmemi istedi ve Siyasal Bilgiler okudum. Aslında çok okuduğum için orada pek zorlanmadım. Çünkü genel kültüre dayalıydı. Hiç pişman değilim, aslında beni çok desteklediğini de düşünüyorum çünkü beni hem genel kültür hem global anlamda destekleyen bir alan oldu. Fakat Bilkent’ te okurken de Marie Claire’ de staj yaptım. Yani hep renkli bir iş istedim. Hatta bir ara reklamcılığa merak saldım. Okul bitince San Francisco’ ya gittim. Orada marketing eğitimi aldım ve oradan sonra dönüp bir süre reklamcılık yaptım ama umduğumu bulamadım, çünkü hiçbir şey oradaki gibi değil. Orada ki öğretiler Türkiye iş standartlarına örtüşmüyor. O yüzden de mutsuz oldum ve sıfırdan tekrar dergiye döndüm. Dergide moda editörü asistanı olarak başladım ve çok da sevdiğim için azmettim çünkü çok sevmeden yapılacak bir iş değil… her işin çok zorluğu var ama gerçekten dışarıdan çok pırıltılı gözükse de kendi içinde çok büyük egoları olan, çok büyük sıkıntıları olan bir sektör. O nedenle emek vermek gerekiyor. Bende ciddi direndiğimi düşünüyorum:) ve moda editörü olarak devam ettim. Şu anda hem çok severek moda editörlüğü yapıyorum, orada ki çekimler beni çok tatmin ediyor.
Ama bir yandan da modanın pek çok kolu var. Türkiye bir tekstil ülkesi; tekstil markalarına danışmanlık yapıyorum, tasarımcılara koleksiyon danışmanlığı yapıyorum, İMA (İstanbul Moda Akademisi) ‘da uzun yıllardır Styling eğitiminin başındayım ve bir yandan da kendi şirketim var. Onun üzerinden bugün olduğu gibi sunumlar yapıyorum, 3 yıldır Oscar kırmızı halı bölümünü sunuyorum. Bunlar da işin keyifli kısımları tabii ki 🙂
MS: O halde şu an hayal ettiğin yerdesin? Hayallerinde daha ötesi var mı?
CA: Bazen diyorlar ki neden yurtdışında bir şeyler düşünmüyorsun? Ama ben gerçekten Türk modasının kalkınması gerektiğini düşünüyorum, Türkiye’ den bir marka çıkması gerektiğini düşünüyorum, Türkiye’den daha fazla tasarımcı çıkması gerektiğini düşünüyorum. Yurtdışında çalışmayı çok istemekle beraber biraz da çekiniyorum açıkçası çünkü bir çocuğum ve düzenim var. Ama o fikir yok değil, her zaman var 🙂 yani bana orada kendini geliştirip burada ilerlemek daha mantıklı geliyor. Bu nedenle yurtdışında bir çok workshop a katılıyorum.
MS: Sektörde bugüne gelene kadar yaşadığın en büyük zorluk neydi?
CA: Çok genç bir nesil geliyor… ve bu dünya aslında dışarıdan ne kadar snob dursa da; ne kadar samimiysen sana o kadar iş geliyor ve insanlar seni o kadar seviyor. Ben sevmediğim bir şeyi kesinlikle yapmamaya çok uzun zaman önce karar verdim ve bunu %100 uyguluyorum. Tabii ki zorluklar yaşıyoruz. Özellikle reklam çekimi gibi durumlarda pek çok ego ve kriter işin içine giriyor ama iyi niyetle aşılıyor herşey. Ben şöyle düşünüyorum; ben bir hayat kurtarmıyorum, bir beyin cerrahı ya da onkolog değilim. Böyle hissedersem çok mutsuz olurum. O çekim o gün benim yüzümden olamayacaksa olmayıversin… yani dünyanın sonu olmuyor. O nedenle hem kendin, hem de ekibin işinizi severek yaparsanız bütün o duvarlar yıkılıyor ama herkes için aynı şeyi söyleyemem.
MS: Sende benim gibi bir annesin 🙂 Rüzgar ‘ la hayat nasıl?
CA: Mükemmel 🙂 yedi buçuk yaşında. Rüzgar kolay bir çocuk açıkçası, rahat bir çocuk. Çok talepleri olan bir çocuk değil. Ama ben Onu öyle yetiştirdim. 18-19 ay hiç çalışmadım, hep beraberdik ve Onun vermiş olduğu bir bağ da var aramızda. Bence ne yaptığımı ve işimi ne kadar sevdiğimi biliyor ve anlıyor. Ama açıkçası ben Ona ayırdığım zamanı hiçbir şeyin bozmasına izin vermiyorum. Bu da bence önemli bir kriter.
MS: Kendi stilini nasıl tanimlarsın?
CA: Kendi stilimi nasıl tanımlayabilirim… yani ben bunun içten geldiğine inanıyorum. Spora, markete giderken, uyandığın yada evde olduğun halinle de bir kadınsın. Bu alışkanlıklarla da ilgili. Beni anneannem yetiştirdi ve giyim, kuşam, dekorasyon gibi konularda çok detaycı bir gözü vardı. Ben o kadar değilim! Ufak tefek hatalar, potluklar beni rahatsız etmez. Yani bir palto tüylenmişse tüylenmiştir. Mesela evde bile tabiri caizse pasaklı olmamak önemli. Saçının, elinin, cildinin güzel olması, kendinle ilgili bakımlı olmak çok önemli şeyler. Bunun dışında evet bir tarz var ama inan ben bunu oturup çalışmıyorum. Bunu içten gelerek yapıyorum ama tabii çok dergi okumanın, modanın içinde olmanın katkısı var. Yani bu biraz egzersiz gibi. Ben öğrencilerime de şöyle söylüyorum; etrafınıza bakın, kim neyi neden giyimmiş? Çok güzel bir kız görüyorsun ama beğenmediğin bir şey var. O ne? Değiştirmen gerekse neyi değiştirirsin? Saç rengi muhteşem, kaşları mı kötü? Yoksa ten rengine hiç uymayan bir renk mi giyinmiş? Yani bunlar sorgulanırsa zaten sürekli beyin jimnastiği yapılmış oluyor.
MS: Makyaj çantanı açsam neler bulurum?
CA: Şu an çok az eşya var. Ama must olan göz altı kapatıcısı, renkli kaş fırçası, nemlendirici bir ruj. Fondöten genelde pek kullanmam. Mat rujlar bana hiç uygun değil çünkü dudağımı çok kurutuyor ve çok rahatsız oluyorum. Bir de ben gözümle çok oynuyorum bu nedenle hiç göz makyajı yapmıyorum. Mesela hiç rimel kullanmam. Yani güzel bir allık, biraz göz altı kapatıcısı ve renkli parlatıcı bir ruj benim günlük makyajım. Ama aslında makyaj yapmayı çok seviyorum. Mesela kırmızı ruj çok severim ve sürerim…
MS: Olmazsa olmaz dediğin rimel mi, allık mı yoksa ruj mu?
CA: Allık galiba 🙂 biz Türk kadınları biraz soluk benizli diye tabir edilen sarı alt tonlu cilt renklerine sahibiz o nedenle ben allığın bizi aydınlatması açısından kullanmamız gerektiğine inanıyorum.
MS: Takıntılı olduğun bir marka var mı?
CA: Ben kendime çok zor jean yakıştırıyorum. Bu nedenle sadece Levi’s jean alıyorum. Bende iyi duruyor.
MS: Dolabını açsam en çok ne bulurum?
CA: Dış giyim… yani palto, ceket, jean ceket, blazer en sevdiğim şeyler. Bunları çok seviyorum. Bir giyimi tanımlarken önemli olduğunu düşünüyorum. Mesela yazın bile belden bağlamalı kolsuz yelek gibi şeyler giyerim.
MS: Hem boyun, hem de fiziğin itibari ile bu parçalar sana yakışıyor 🙂 peki asla giymem dediğin bir parça var mı?
CA: Leopar… kendime hiç yakıştırmıyorum. Bugüne kadar ne aksesuar olarak kullandım ne de bir leopar desen giyindim. Zebra desen de aynı şekilde.
MS: Formunu nasıl koruyorsun?
CA: Biraz Allah vergisi yiyip kilo almamak (aaah ah! Ne kadar da şanslı 😦 ben de öyle olabilmeyi çok isterdim! Neyse kıskançlık yapmayalım kızlar). Metabolizmam hızlı çalışıyor evet ama işimiz gereği de sürekli hareket halindeyiz. Yürüyoruz, taşıyoruz, giydiriyoruz, sürekli ayaktayız. Yani ben hiç oturmadığım zamanlar biliyorum. Merdiven çıkmak, yürümek… bunlar hep var hayatımda.
MS: Beslenmende dikkat ettiğin bir şey var mı? Yemem dediğin?
CA: Hayır yok 🙂
MS: Yaptığın bu bol koşuşturmalı işin en çok sevdiğin ve sana en zor gelen kısımları neler oluyor?
CA: Eğer kreatif tarafta bana yeterince güveniyorlarsa, bugün olduğu gibi (Ceylan, Fidan Şimşek’in abiye ve gelinlik koleksiyonuna danışmanlık yaptı) çok iyi bir sinerji oluşuyor ve iş su gibi akıyor. Ama çok müdahale olduğu zaman o işler zaten çok belli oluyor ve inan ben yaptığım işlerin bir çoğunu Portfolyoma koymuyorum. Büyük markalarla çalışıyoruz, belli bir yapısı var hepsinin tabii ki saygı duyuyorum ama Ceylan’ a bırakalım denilen çekimler çok daha başarılı oluyor inan ki… ama öteki türlü bu olmadı, şu olmadı, yeniden deneyelim gibi durumlar oluyor. Herkesin tabii ki bir fikri var ama bazı şeyler çok teknik. Yani yönetmenin ışığına, fotoğrafçının açısına çok fazla karışamazlar ama kostüm herkesin fikri olan bir şey!
MS: Dünya da giydirmek istediğin birisi var mı? Yani; Ceylan özgürsün, al birini baştan yarat deseler …
CA: Baştan yaratmak değil de; Coldplay gibi turneye çıkmış bir grubu giydirmek çok güzel olabilirdi diye düşünüyorum.
MS: Oscar geceleri Digitürk tarafından üç yıldır size emanet ediliyor. Nasıl başladı bu proje, sana nasıl geldi?
CA: Oscar’ın kırmızı halı bölümünü üç yıldır sunuyorum. Digitürk’ ten ilk bu teklif geldiğinde çok heyecanlanmıştım ve hâlâ da aynı heyecan ile yapıyorum. Zaten bence gece ki sunum inan işin en kolay kısmı. Çünkü o gece için ben editorial bir içerik hazırlıyorum. Yani sadece gidip konuşmuyorum ki bu yedi saat kadar süren bir canlı yayın. Ve sürekli sözümüzün kesildiği zamanlar oluyor. Önceki aşamada eğer o editorial içeriği sen hazırlamazsan öylece kalırsın. Ben oradaki bütün trend sunumlarını ve kırmızı halının yayın akışını hazırlıyorum. Aynı zamanda da diğer sunucu arkadaşlarımla beraber bunları çalışıyoruz çünkü öteki türlüsü çok zor oluyor. Yani onların da benim ne konuşacağımla ilgili fikirleri olması gerekiyor, benim de o geceye dair fikirlerim olması gerekiyor. O nedenle de arkada da beni destekleyen bir ekip var. Mesela bana sürekli elinde telefon var diyorlar ama o telefondan ben kimin ne giydiğini anında görüyorum 🙂 tabi gönül ister ki bunu Los Angeles’ dan yapmak yada hani keşke Türkiye’ de böyle kırmızı halılar olsa da onları sunmak. Ama senede bir böyle tatlı bir heyecan yaşıyoruz.
MS: Türkiye ve dünya da sence stil ikonu kim?
CA: Stil ikonu çok göreceli bir kavram yani aslında öyle bir durum yok. Vitrin alıp giyen kadınları biz burada ikonlaştırıyoruz. Vitrin alıp giyinirsen zaten ikon olursun 🙂 düşünsene Chanel giyiniyorsun ve Karl Lagerfeld tasarlamış… yani olay bu değil. Olay bit t-shirt için milyarlar vermek değil. Olay onu güzel kombinleyebilmek. Ben gerçekten Türkiye’ de ne giyerse giysin kendine yakıştırabildiğini gördüğüm birkaç kişi biliyorum. Bunlardan biri Tuba Ünsal, bence içten gelen bir tarzı var. Saçı, makyajı, takısıyla her zaman çabasız ve bunu kendisine muhteşem yakıştırıyor. Çok beğeniyorum. Serenay’ın (Sarıkaya) çok güzel ve genç bir stili olduğunu düşünüyorum. Son dönemde Dilan Deniz’ i beğeniyorum. Bu üç ismi söyleyebilirim. Ama benim ikonumu soruyorsun; Türkiye’ de benim ikonum Fatoş Yalın’ dır. Kesinlikle kendisinin üzerine bir tarz tanımıyorum 🙂 bir de Gülden Büyükuçak’ı söyleyebilirim, Beymen’ de beraber çok güzel işler yaptığımız. Onun da tarzına bayılıyorum.
MS: Bir dönem TV projen olmuştu. Yine var mı böyle bir fikir yeniden TV düşünür müsün?
CA: Yani tabii teklifler geliyor. Hatta bu sene ciddi bir teklif geldi ama ben TV deki programların moda programı olduğuna inanmıyorum. Sorunum bu, yoksa TV’de olmayı isterim, çok da rahat ettiğim bir platform açıkçası ama gel gör ki bunun modaya hizmet ettiğini düşünmüyorum. Magazin programı gibi olduklarını düşünüyorum öyle olduğu sürece de ben yokum çünkü o bana zarar verir gibi geliyor. Yani benim ciddi müşterilerim var ve ona zarar verecek bir şey yapmak istemiyorum. Bunun parayla falan bir alakası yok. Bir yandan da dizi projeleri geliyor ama dizi de çok zor. Yani böyle 150-160 dakikalar olduğu sürece ben bunu da yapamıyorum. Çünkü böyle olmaması gerektiğine de inanıyorum. Oradaki oyuncu arkadaşlarımın da sette çalışanların da açıkçası çok huzursuz olduklarına inanıyorum. Ne zaman setler 45-50 dakika olur yada Sex and the City gibi bir moda dizisi çekilir (keşke) bayıla bayıla yaparım. Burada bir sinema filmi gibi çekilen bir projede Styling yada moda adına bir şey olamıyor maalesef.
MS: Rutin bir gün senin için nasıl geçiyor?
CA: Açıkçası gününe göre değişiyor. Bazen çok yoğun günlerde set oluyor, set arası toplantı oluyor mesela bu hafta öyleydi. Hem bir kampanyamız vardı, hem benim reklam ppm’lerim bir de bu sunuma hazırlandık. Ama eğer sadece bir çekimimiz varsa sabah ofiste ekibimle buluşuyoruz, kahve eşliğinde kısa bir toplantı yapıyoruz ve styling için alış verişe çıkıyoruz, showroomları geziyoruz, kombin yapıyoruz. Yada çekim günü oluyor ve çekimde o süreyi olabildiğince verimli değerlendirmeye çalışıyoruz.
MS: Şimdi bir workshop fikrin var. O nasıl ortaya çıktı?
CA: Talep çok var ve hep vardı. Ben workshopları İMA haricinde firmalara da yapıyorum. Ya 1-2 günlük eğitimler yada workshop tarzı istekleri oluyor. Ama İMA dışında gelen istekler gerçekten set ortamlarını, çalıştığım sahayı, nasıl alışveriş yapıldığını, showroomda ne olduğunu, toplantıda ne konuşulduğunu görmek yönündeydi. Bu işin tabi birde teorik kısmı var. Ben kendi ofisimde önce bu teorik kısmı anlatıyor olacağım. Sonrasında bizim ne işimiz varsa katılımcıları da ona dahil edeceğim. O yüzden daha az kişiyle yapılabilecek bir proje.
MS: Eğitmenlik nasıl başladı?
CA: Eğitmenlik de İMA ile başladı açıkçası. Ben İMA’ yı çok seviyorum. Gönülden bağlıyım ve yaptıkları işleri sonsuz destekliyorum. Onlara ben size bir şey yapmak istiyorum diye kendim gitmiştim. Ve ilk olarak workshop ile başladı, o workshopu hiç unutamıyorum. Çok katılım olmuştu, çok kalabalıktı ve çok heyecanlanmıştım. O gün kalp krizi geçireceğimi sanmıştım J çünkü İpekyol’ dan, Koton’ dan katılımcılar olmuştu. Memnun kaldılar ve ben de iyi anlatabildiğimi, bu işi sevdiğimi düşündüm. Sunumlar hazırladım. Zaten bizim İMA’ da danışmanımız London College of Fashion. Oradan danışmanlık alıp buraya adapte ediyoruz. Bende oradan “styling for the media” eğitimi almıştım. Tabii ki çok farklı ama oradan aldığımız eğitimi buraya uyarlayarak güzel bir içerik oluşturduğumuzu düşünüyorum.
MS: Sektörde kendine örnek aldığın isimler var mı?
CA: Tabii ki var. Ben çok şanslıyım, çünkü Fatoş Yalın ekolüyle büyüdüm. Onun genel yayın direktörlüğünde çalışma fırsatı buldum. Çünkü yayıncılık artık çok çok değişti. Bizim orada aldığımız bir kültür vardı. Yani her hediyenin kabul edilmeyeceği, her basın gezisinin uygun olmadığına dair. Bunlarla büyüdüğümüz için şu anki bu fazla event, hediye, blog, sosyal medya çılgınlığının dışında bir görgü sağladı bana ve gerçekten çok kaliteli insanlarla çalışma fırsatı buldum. Fatoş Yalın, Gülen Yelmen şu an Hande Tokmak’ la çalışıyorum, İçim Gömüç’le çalıştım. Hani kadın kadına çalışmakta zorlanırsın ya? Ama ben bu kadınlardan çok şey öğrendim.
MS: Son olarak sormak istediğim; bu işi yapmak isteyenlere tavsiyelerin neler?
CA: Ben de reklamcıydım, ciddi ciddi çalışıyordum ve oradaki maaşımı, herşeyimi bırakıp sıfırdan dergiye girdim ve altı ay hiçbir şey yapmadan sadece dergi dizdiğimi biliyorum. Ocak’tan ,Aralık’a… o dergiler her gün nasıl karışabilir ki? Nasıl karıştırabiliyorlar? Bana mı inat dediğim günler oldu ama çok sevdim ve azmettim. Güzellik çekimi geldi onu da yaptım, dekorasyon çekimi geldi onu da yaptım. Önemli olan sette olmak, önemli olan o insanları tanımak ve bu şekilde devam etmek. Ben aslında şu an daha şanslı olduklarını düşünüyorum çünkü sosyal medya ve e-ticaret gibi bazı platformlar var ve buralarda çok ciddi styling gözü gerekiyor. Bir tarafından başlamak ve tutarlı olmak yani bir stil yakalamak, bu çok önemli. Yani bundan biraz sıyrılmak gerekiyor.
MS: Bu konuda sana kesinlikle katılıyorum. Aynı şekilde düşünüyorum ve beni bu köşeyi yapmaya iten de bu düşünce tarzım 🙂
CA: Çok güzel, harika… bizim için de aslında kendimizi anlatmak adına çok doğru yerler bunlar. Mesela sen çok doğru sorular sordun ve bunu merak eden insanlar cevaplar bulacaklar. Çünkü benim genelde işlerim paylaşılıyor ama insanlar bu kim, nereden gelmiş diye de merak ediyorlar. Bunun için de senin gibi yazarlara her zaman ihtiyaç var ve doğru yaptığın sürece de hep bir kitlesi olacaktır.
MS: Çok naziksiniz, bana zaman ayırdığın ve benimle ilgili yorumların için de çok teşekkür ederim 🙂