Günaydın;
Harika bir hafta olsun hepimiz için…
Harika bir pazartesi sabahı için kahvenize eşlik edecek çok güzel bir söyleşi okumaya davet ediyorum sizi. Uzun zamandır yapmayı çok istediğim bir söyleşiyi sonunda gerçekleştirdim 🙂
Bir koltukta birden fazla karpuz taşıyan, gerçek, vefalı, iyi kalpli ve inanılmaz alçak gönüllü bir konuğum var bu ay!
Moda Editörü, sevgili Mert Aslan… kendisi ile bizim sevimli mekanımız Vakko Patisserie Akmerkez’ de buluştuk ve meraklı bakışlar altında sektörden, projelerinden, hayatındaki mucizelerden, sürprizlerinden ve yapmak istediklerinden konuştuk.
Çok iddialı olmasın ama hakkındaki birçok şeyi ilk kez duyacak ve sürprilerini de ilk kez öğreneceksiniz (ne şanslıyız değil mi?).

Benim için çok büyük bir keyifti. Dilerim sizler de okurken en az benimkadar keyif alırsınız.
Beğenirseniz yıldızımı tıklamayı ve paylaşmayı unutmayın 🙂
Çok sevgiler,
Aslı
ModaStilde (MS): Biraz kendinden bahseder misin?
Mert Aslan (MA): Çok sıkılıyorum kendimden bahsetmekten! 🙂 1982 doğumluyum (14 Temmuz), yengeç burcuyum. Aslında kökleri oldukça karışık bir ailenin çocuğuyum. Anneanne tarafım Arnavut göçmeni. İstanbul’a Yugoslavya üzerinden göçmüşler. Annemin babası Selanik göçmeni. Baba tarafımdan Osmanlı’da görev yapmış bir paşanın torunuyum aslında. Osmanlı zamanında Halep’ ten Adana’ ya gelmişler ve oraya yerleşmişler. Ama ben doğma büyüme İstanbul’ luyum. Fakat yazlarını iki yaşından beri Ege’ de Akçay-Ayvalık hattında geçiren bir İstanbul çocuğuyum aslında 🙂
İstanbul Üniversitesi’nde okudum. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler mezunuyum. Bu çok komik ve hep söylüyorum, ben konsolos olup, şık davetler vereceğimi zannediyordum ama okul hayatım devam ederken bunun pek de kolay olmadığını gördüm.
MS: Moda sektörüne girmeye nasıl karar verdin?
MA: Ben aslında çok ciddi şarkı söylemek, şarkıcı olmak istiyordum. Hayattaki en büyük arzum şarkı söylemektir. Sekiz yaşımdan itibaren çok ciddi bir müzik, şan eğitimim var aslında. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korosu’nda yedi yılım var (bende sizin gibi çok şaşırdım duyunca). Güzel tesadüflerle Meral Okay’la yolum kesişti. Allah rahmet eylesin, hayatımda çok büyük bir sihiri var. Ben yolumun büyük müzisyenlerle kesişmesini istiyordum ve O bana dedi ki “bir yıl daha bekle, bakalım kararından emin misin? Çünkü o sektöre girersen on yılını unutacaksın.” Dedi
Ve bende, o bir yılda dergicilik aşkı başladı.
Çok büyük bir Melis Ağazat hayranıydım her zaman. Her ay heyecanla bekliyordum, Melis ne yapmış, Hakan Öztürk ne çekmiş, Yaprak Gerçek ne yapmış? Onun dışında tabii ki yabancı dergileri okuyordum. Carine Roitfeld’in, Grace Coddington’ ın ve George Cortina’nın çok büyük hayranıydım.
Modayla ilgili birşeyler yapmak istiyordum ama ne yapmak istediğimi, nasıl yapacağımı bilmiyordum ve bir yön verenim yoktu. Modayla ilgili tek bildiğim moda tasarımı okumalıyım kısmıydı ama ben moda tasarımı istemiyordum çünkü hayatımda çöp adam çizmeyi beceremedim 🙂 ve çok güzel tesadüflerle Özlem Süer’le yolum kesişti, bir yandan da okulum devam ediyordu. Onun yanında git gel renk, doku ve kumaş v.s öğrendim. Ve yıllar içinde daha gelişti tabii ki.
Bir yıl sonra Meral Abla ile tekrar buluştuğumuzda ben dergici olmak istiyorum ama nasıl yapacağımı bilemiyorum dedim. Diğer yandan Türkiye’de moda editörlüğü yada styling eğitimi alacağım bir yer yok. Hâlâ da var diyemem. Yurtdışına gitmem gerekiyor. Ama öyle gidip Saint Martins’ de yada başka bir yerde okuyacak ne lüksüm ne de vaktim yoktu. Ben artık birşeylere başlamak istiyordum. Kendimi mutfakta geliştirip, sonra gerekirse eğitimi dışarıda alırım diyordum. Sonra o dönemde All dergisi kurulum aşamasındaydı, sıfır sayısı hazırlanıyor. Meral Abla dedi ki seni Om Medya’ya All’ a başlatalım sen orada piş. Ve ben All dergisinde 2006 yılının Kasım ayında asistanlığa başladım.
Altı ay kadar çalıştım orada. Stüdyo, asistanlık, çekimler nasıl yapılıyor, dekupe nasıl çekiliyor, stillife nasıl yapılıyor hepsini orada öğrendim. Çünkü alışveriş dergisi temposu çok başka.
Bir yandan da okulumu bitirmem gerekiyordu. O dönem Bengisu Gürel ile başlamıştık. Hatta O benden 15 gün önce başlamıştı. Çok iyi ve kaliteli bir insandır, çok severim. Biz aynı dönemde asistanlık yaptık ama O devam etti, benim okulumu bitirmem gerekiyordu. Çünkü anneanneme sözüm vardı ve o diplomayı almam gerekiyordu. O nedenle kısa bir dönem ara verdim ve mezun oldum. Fakat bu dönemde Özlem Süer ve rahmetli Meral Abla ile iletişimimi hiç kopartmadım.
O dönemde bana Alem dergisinden teklif geldi. Ama Alem bir magazin dergisi olduğu için nasıl olacağını bilemedim. Görüşmeye gittim ve Alem Style diye bir moda eki yapılacak dediler. Şimdiki aklım olsa yapar mıydım çok emin değilim! Ama çok şey öğrendim, benim için gerçek bir okuldu. Tek kişilik dev kadro gibiydim biraz. Fashion Week’lere gittim, çekimler yaptım, moda yazıları yazdım, workshoplara katıldım. Aslında benim için birazcık kendini yetiştirme dönemiydi diyebilirim. Yaklaşık iki senelik bir dönemdi ve sektörü çok iyi tanıdım. Aynı dönemde Özlem Süer House’da da haftada bir gün özel müşterilere stil danışmanlığı yapıyordum. Çünkü Özlem Süer’in hep söylediği bir şey vardı; “stil danışmanlığı evet ama red carpet style çok farklı bir charm ve göz gerektiriyor ve sen onu beceriyorsun” derdi.
MS: Moda sektörü dışında olan kişiler Mert Aslan’ı nasıl tanıdı? İsmini duyurduğun proje ne oldu?
MA: Özlem Süer House’ da stil danışmanlığı devam ederken orada Hatice Aslan ile tanıştım. Moda sektörü tanıyordu, dergi sektörü tanımaya başlamıştı ama sektör dışındaki insanların beni tanıması Hatice Aslan’ın Cannes Film Festivali’ ne katılması ile oldu.
Bir sürü meslektaşım red carpet ta birilerini giydiriyoruz diyorlar. Ama orada birini giydirmek sadece güzel giydirmek, güzel bir ayakkabı, güzel bir takı demek değil. O kıyafet otururken iyi mi, ayaktayken iyi mi, iyi ışık alıyor mu, iyi poz verilebiliyor mu, mekana uygun mu? Yani celebrity styling çok farklı kriterleri olan bir çalışma. O hepimizin çok yaptığımız “Ben çok beğendim” yada “Beğenmedim” gibi yorumlar bu kimsenin umurunda değil (burada mesaj bana! Gayet net anladım ve daha dikkatli olacağım!).
Bizim sektörde şöyle bir şey var ama bu biraz da genlerimizle alakalı. Bizim hiçbir şey ile ilgili bilgimiz olmaz ama fikrimiz vardır ya? Şöyle bir durum var o çok acıklı, biz kendimizi çok fazla önemsiyoruz. Benim 12 yıllık meslek hayatımda en iyi öğrendiğim şey kendimi önemsememem gerektiği ve büyüdükçe küçülmem gerektiği. EGO’nu unutacaksın bir kere… sen istediğin kadar havalı ol, istediğin kadar yetenekli ol, istediğin kadar güzel ol, istediğin kadar başarılı ol; günün sonunda yaptığın işle konuşuluyorsan varsın (Allah’ım sektörde böyle düşünen ve yaşayan birini tanımak… Ne mutluluk anlatamam!)
MS: Moda editörlüğü, stil danışmanlığı, styling ve çekimler yapmak gibi birçok işi bir arada götürüyorsun. Rutin bir günün nasıl geçiyor? Senin için bir rutin var mı?
MA: Benim asıl mesleğim Moda Editörlüğü. Ama ben çoğu meslektaşımdan farklı olarak, sektörün zorluklarını gören de biri olarak attığım her adımı geleceğime bir yatırım yapmak olarak attım. Sonuçta yaptığım işi hala çok seviyorum ve ömrümün sonuna kadar da moda editörü olarak anılmak istiyorum. Çok dürüst olmam gerekirse Türkiye’de stil danışmanı olmak ve Türkiye ‘ de celebrity stylist olmak hiç önemli değil! Çünkü Kapıkule’den sonra hiç kimse bizi tanımıyor. Ama iyi bir moda editörünü herkes tanıyor. Ben Harper’s Bazaar’ın Moda Editörü olarak dünyanın her yerinde saygı görüyorum. Bu benim için çok önemli. Her gün bunun için şükrediyorum. Bu beni daha çok çalışmak ve kendimi geliştirmek için kamçılıyor.
Bir de şimdi artık herkes stil danışmanıyım diye dolaşıyor zaten. Bir stil danışmanı olacaksan; öncelikle bu işi çok iyi bilmen gerekiyor, çok iyi bir background olması gerekiyor ve bu işin maddi karşılığını veren müşterilerin olması gerekiyor. Zaten bu üçüncü madde Türkiye’ de olmadığı için, bizde bu celebrity styling sadece “X” tasarımcıdan kıyafet alıp, celebrity giydirip şakşaklamak olduğu sürece bu iş olmaz. Bu yüzden de ben artık celebrity styling yapmıyorum. Onu yapıp “Ben celebrity styling yapıyorum.” diye ahkam kesenler de sadece ünlü olmak istiyorlar. Onlara da uzaktan bakıp, bıyık altından gülüyorum.
Şimdi rutin günümü anlatayım 🙂
Benim hayattaki en büyük zevkim sabah kahvemi evde içmek. Sade Türk kahvesi. O yüzden erken kalkıyorum. Evde güzel bir kahvaltı yapıp, kahvemi içiyorum. Kendime çok özen gösteriyor ve bakımlarıma çok zaman harcıyorum. Çünkü yaş aldıkça şunu gördüm; hayattaki en büyük yatırım, insanın bedenine yaptığı yatırım. O yüzden kendime çok dikkat ediyorum. Sporumu yapmaya çalışıyorum. Hatta artırmam gerekiyor ve arttıracağım.
Sonrasında eğer dergi ile ilgili yapmam gereken işler varsa onun telefon görüşmelerini yapıyorum, eğer çekim hazırlığındaysak zaten çok yoğun geçiyor. Onun dışında biliyorsun ki adL için hazırladığım koleksiyon var ve o koleksiyonun hazırlık sürecinde haftada iki gün gitmem gerekiyor. Onun toplantıları var. Tasarım ekibi ile çok keyifli bir çalışmam oluyor. Ve bir de event lerimiz var biliyorsun. Eventler için ayrıca bir çalışma oluyor. Marka seçkisi, marka görüşmeleri v.s. Gibi. Dolayısıyla ben artık moda editörlüğü ve stylistliğin yanında, koleksiyon da yapan, eventler yapan bir iş adamıyım aslında. Ben de New York’ta yaşayıp, ünlüleri giydirip, onlardan kazandığım parayla hayatımı sürdürmeyi isterdim ama bu olmadığı için; mesleğimi sorarsan evet ben bir Moda Editörü’yüm ama aynı zamanda farklı iş kollarında birikimimi ve deneyimimi yansıtarak para kazanan bir iş adamıyım.
MS: adL için koleksiyon yapma fikri nasıl çıktı?
MA: İster freelance ol, ister bir dergiye bağlı ol; moda editörlerinin para kazanma şekillerinden biri markaların imaj çekimleri. adL benim çok uzun yıllardır müşterimdi. Ben hazır kıyafetleri alıp, hadi bunları birlikte kullanalım diyen bir moda editörü olmadım hiçbir zaman. Ben hep koleksiyona fikir veren, acaba bunun altındaki etek böyle mi olmalı, bunun düğmesi farklı mı olmalı, şuraya mı gelmeli vs. diyen biriydim. O yüzden adL’nin yönetim kurulu başkanı Zehra Işık bunu farketti ve dedi ki; “Mert sen bir stylistten çok daha ötesin”. Yani yıllar içinde Bazaar’la başlayan ve oluşmuş bir Mert Aslan kadını var. Bir yandan bu, bir yandan da bir moda editörü olarak markaya katkım Zehra Hanım’ın dikkatini çekmiş olacak ki; birlikte bir koleksiyon yapalım ama bu bir tasarımcı koleksiyonu değil, bir moda editörünün gözüyle olsun dediler. Böyle bir teklifte bulundular ve benim de çok hoşuma gitti. Bu şekilde başladık, şu an beşinci sezonu devam ediyor ve kışa, altıncı sezona hazırlanıyoruz.
MS: adL koleksiyonunu yaratırken çıkış noktan ne oluyor? Bir kadın mı canlandırıyorsun gözünde yoksa gelecek trendlere göre mi yön veriyorsun?
MA: Aslında artık insanların gözünde çok zarif, çok elegan, içinde maskülen dokunuşların olduğu bir Mert Aslan kadını var. Benim çok sevdiğim moda dönemleri ve mihenk taşları var. Mesela 70’ler benim her zaman çok sevdiğim bir dönemdir. Yves Saint Laurent’e çok büyük bir hayranlığım var. Dolayısıyla zaten onlar her koleksiyonun çıkış noktasını oluşturuyor. Benim her koleksiyonumda 70’ler tadı vardır. Onun dışında bir moda editörü koleksiyonu o yüzden zaten “Styled by Mert Aslan”. Bir derleme aslında. Tabii bu derlemeyi yaparken Yeni sezonun hit görüntüleri ve trendlerini gözden geçirip, Mert Aslan süzgecinden geçirerek bir koleksiyon yaratıyoruz tasarım ekibi ile birlikte. Çünkü ben hep şunun altını çiziyorum; çok sevdiğim basından arkadaşlarım tasarımcı diyorlar ama ben bir tasarımcı değilim. Ben bir moda editörüyüm ve o koleksiyonun kreatif direktörüyüm. Ama orada da şahane bir tasarım ekibi var.
MS: Bize Harper’s Bazaar serüvenini anlatır mısın?
MA: Bu çok güzel 🙂 o dönemde freelance çalışmaya başlamıştım. Aslında hayalim Harper’s Bazaar. Bir gün olacağını biliyorum ama nasıl olacağını bilmiyorum. Hatice Aslan’la birlikte biz Elle Weekend’e gittik. Yıl 2009! Ben orada Işın Görmüş ile tanıştım. Benim gerçekten bu hayattaki en karşılıksız, en can dostlarımdan biri Işın. O benim hayatımdaki çok önemli insanlardan biri. Onun dostluğunu hiçbir şeye değişmem. Bambaşka… sonra çok güzel bir arkadaşlığımız oldu, birbirimizi çok sevdik. Işın bir gün bana “Elle için bir çekim yapsana.” Dedi. Bende tabii dedim ama “Koymayabilirim, beğenmem lazım. İş başka arkadaşlık başka” dedi. Işın onu çok iyi bilir.
Ben bugüne kadar çalıştığım bütün genel yayın yönetmenleri açısından çok şanslıydım. Işın Görmüş, Aslı Gül, Eda Göklü, Gülen Yelmen, Fatoş Yalın, Ferhan İstanbullu, İçim Gömüç. Çok şanslı sayıyorum kendimi çünkü hepsinden şimdi beni ben yapan çok güzel feedbackler aldım.
Sonuçta Işın benim çekimimi beğenmedi 🙂 bana şahane bir mail attı ve o maili hala saklıyorum. “Şahane bir çekim, inanılmaz ince düşünülmüş (Mert çekimi Lara Sayılgan ile yapmış), muhteşem ama hiç Elle kadını değil. Bu gerçek bir Bazaar çekimi.” Güler misin, ağlar mısın?
O dönemde yine çok sevdiğim arkadaşlarımdan biri Yasemin Karani, Cartier’ nin PR’ını yapıyordu. Yasemin’le buluştuk ve ben anlattım konuyu. Bana “Dur ben hemen Aslı’yı arayacağım” dedi. Ve O Aslı’yı aradı, “Mert Aslan bir çekim yaptı. Ben sana atıyorum” dedi ve o çekimi Aslı Gül’e attı. Ertesi gün çok sevgili Aslı beni aradı; “Muhteşem bir çekim, ellerine sağlık. Bundan sonra her ay Bazaar’a çekim yapmanı istiyorum “ dedi (Mest olmuş şekilde dinledim. Harika değil mi?). Benim için hayatımın en güzel anlarından biri.
MS: Ama sen bunları çağırmışsın.
MA: Çok istedim. Evet çok çalışacaksın, evet çok sabredeceksin ama çok isteyeceksin. Herşeyin başı bu. Çok isteyeceksin. O dönem Melis Ağazat, Bazaar’ın moda direktörüydü. Yani hayalimde, ilham perim olan kadının orada moda direktörü olması mı, Aslı Gül’e zaten hayranım o mu? Gerçekten şahaneydi benim için ve ben o dönem Harper’s Bazaar’ a onlardan istek geldikçe çekim yapmaya başladım. Ve o gün bugündür Harper’s Bazaar’a olan bağlılığım devam ediyor.
MS: Yatırım gardrobu yapmak isteyen bir kadın ve erkek için kilit parçalar nelerdir?
MA: Bence bir kadının gardırobunda mutlaka vücut tipine uygun bir kumaş pantolonu ile bir jeani olmalı. Bu bir cigarette pantolon, boru paça pantolon yada flared pantolon olabilir. Mutlaka iyi kesimli ve yine vücut tipine uygun (hanımlar kilit nokta bu! Dikkat edin lütfen) bir beyaz gömleği olmalı. Çok iyi mevsimlik bir blazerı olmalı ve bence lacivert. Yine her kadının gardırobunda “V” yakalı kaşmir siyah yada gri bir trikosu mutlaka olmalı. Onun dışında bence kaliteli breton çizgili bir t-shirt, iyi pamuklu kumaştan bisiklet yakalı beyaz bir t-shirt olmadan iyi bir gardırop olması mümkün değil.
Bana göre stiletto çok opsiyonel bir şey. Ne stil sahibi kadınlar var ama hayatları boyunca sadece flat giyinmişler. Yani önemli olan stiletto değil; önemli olan özgün ve kişiselleştirilmiş bir gardırop olması. O zaman zaten o stil sahibi bir gardırop oluyor.
Zaten stilin ana kuralı önce vücudunu ve kendini tanımak. Diğerleri zaten basamak basamak geliyor.
MS: Peki erkekler?
MA: Her erkeğin gardrobunda çok iyi bir smokin takımı olmalı. İyi bir lacivert takımı olmalı. İyi bir lacivert blazerı olmalı, güzel bir beyaz gömleği olmalı, kaliteli bir kaşmir trikosu mutlaka olmalı, pamuklu güzel bir t-shirtü olmalı. Erkeklerde mutlaka iyi bir spor ayakkabı ama sezon trendi değil. Modası geçmeyecek bir klasik mesela bir Adidas Stan Smith gibi. Güzel bir loaferı mutlaka olmalı. Bence çok cool bir şey mesela her erkeğin yazın tatilde giyinebileceği Tod’s tarzı bir driver-shoe ya da Superga tarzı bir bez ayakkabısı olmalı. Bir de her erkeğin güzel bir saati mutlaka olmalı. Ben çok saat kullanan biri değilim ama benim bile gardırobumda ikonik bir saatim var.
MS: Türkiye ve dünyadan stilini beğendiğin isimler kimler? Sen aslında dünyadan beğendiklerini instagram hesabında paylaşıyorsun.
MA: Mert Aslan Fashion’dan (bilmeyeniniz yoktur ama Mert’in ig hesabı @mertaslanfashion) bahsedersek; hem benim sevdiğim ama aynı zamanda trendy yani zamanın ruhunu anlatan, yani o aslında Mert’in gözünden güncel bir moda sayfası. Dolayısıyla benim kişisel beğenilerim zaman zaman çok daha başka olabiliyor.
Türkiye’de gerçekten stilini beğendiğim insanlar; Edwina Sponza, Azra Zeyrek, Fatoş Yalın, Ezgi İçel Apa, Lian Beraha, Aslı Bayraktaroğlu, Yonca Bagana, Mica Ertegün, Gülden Büyükuçak, Aylin Benardete Saruhan.
Dünyadan; ben hep artık hayatta olmayanları beğeniyorum 🙂 çünkü neden biliyor musun? Artık sosyal medyanın da etkisiyle herkes birbirine benzemeye çalışıyor. Çok özgün kendine has stili olan kadınlar, mesela önce yaşayanları söyleyeyim. Poppy Delevingne, ben iflah olmaz bir Kate Moss hayranıyım. Hala çok beğeniyorum. Emmanuel Alt’ı çok beğeniyorum. Herkes bana yok diyor ama ben ismi söylendiğinde gözümün önüne gelen o halini seviyor ve Anna Wintour’ u çok beğeniyorum. Ben birinin ismi bana söylendiğinde gözümün önünde canlanması benim hoşuma giden bir şey. Onun dışında benim için gelmiş geçmiş en stil sahibi kadınlar; Jacqueline de Ribes, Jackie Kennedy, Nan Kempner, Lee Radziwill yani onların şıklıklarının yanında şu an ki kadınlara bir şey diyemeyeceğim. Gwyneth Paltrow’u beğeniyorum. Mesela beni son Cannes Film Festivali’nde inanılmaz şaşırttı Nicole Kidman. Hayran oldum, inşallah dönemsel değildir ve böyle devam eder, Nicole Kidman’ a bayıldım çok güzeldi.
Şık olmakla, stil sahibi olmak çok başka şeyler. Türkiye’de çok şık kadınlar var. Ama stil sahibi değiller.
MS: Peki biz onları trendlere uydukları, trendleri iyi taşıdıkları için mi şık buluyoruz?
MA: Trendy olmak başka, şık olmak başka, stil sahibi olmak başka bir şey. Trendy diye tabir ettiğimiz kesim zaten “fashion victim” dediğimiz “moda kurbanları”. Listenin o kısmını attığın zaman zaten bir avuç insan kalıyor. Şık olanları da elersen geriye stili olan hoş kadınlar kalıyor. Onları da çok az görüyoruz. Onlar devamlı dergilerde, gazetelerde değiller.
MS: Sana bir imkân verilse ve deseler ki Mert, al ve baştan yarat! Kim olur O?
MA: Baştan yaratmak çok iddialı! Ben Gwyneth Paltrow’ u giydirmeyi çok isterim.
MS: Stil danışmanlığı yapmıyorsun artık. Sebebi ne?
MA: Çünkü karşılığı yok. Bunu sadece ismi duyulsun diye, sadece piyasada var olabilmek için, bu işin hakkı olan maddi karşılığı almadan yapan o kadar çok insan var ki; o yüzden dünyada ki cool halini Türkiye’de kaybetmiş bir iş. Ve ben herşeyi bildiğini sanan, kendisini teslim etmeyen, güvenmeyen kadınlarla çalışmak istemiyorum.
MS: Ama bu işin çok fazla eğitimi var. Öyle düşünüyorsun fakat sürekli bu iş için eğitim veriliyor. Düşünsene her sınıfta en az 20 kişi var.
MA: Ama bunun suçlusu ne biliyor musun? “X” bir kadından bahsedelim. Bu kadın bir iş kadını da olabilir, bir celebity de olabilir. Bunu kendini geliştirmek için daha normal insanlara danışmanlık yapanlardan bahsetmiyorum, onu yapabilirsin. Ben göz önündeki insanlardan bahsediyorum. Göz önündeki insanlar senin yaptığın işin maddi karşılığını fazla buluyor. Yani marka bir eteğe verdiği parayı sana vermeyi fazla buluyor.
Benim bu konuda gazetede de bir röportajım çıktı; benim bütçem belli. Bu bütçeyi veriyorsan benimle çalışabilirsin. Türkiye’nin albümü en çok satan, en çok kapak olan tüm ünlüleri bu fiyatı biliyor artık. Ama ben hiçbiri ile çalışmıyorum çünkü o bedeli ödemiyorlar.
Ama telefon ediyor ve “Tatlım benim bir lansmanın var, bana bir elbise.” Bu iş karşılıklı bu kadar küçümsendiği zaman, birileri de bu küçümsemenin karşılığında öneri verdiği sürece o zaman bu sektör gelişmez. Senin gibi bu işin eğitimini alan, kendini bu işte geliştirmeye çalışan insanlarda bu işi yapamaz ve bu işten para kazanamaz. O sektör gelişmez ve gelişmiyor.
Dünyada stil danışmanlığı yaptığında bir kere onun bir süreci var. Sen celebrityye seçimler sunarsın ve celebrityler sana inanır. Ama bizde şöyle bir şey var; bizdeki kadınlar bu işin ciddi bir iş olduğunu düşünmüyorlar. Bizde herkes herşeyi biliyor ve dolayısıyla kendi istediğini Ona giydirmeni istiyor. Ama dünyada en büyük celebrityler bile stylistine güveniyor. Stylist ne verirse onu giyiniyor, stylist ne isterse onu takıyor, stylist ne saç ve makyaj önerisinde bulunursa onu uygulatıyor. Türkiye de böyle değil. “Ama ben bunu giyinmek istiyorum” “Ama bu ayakkabıyı ben giyinmem.”
Bende ki durum şu. Zaten hakkım olan parayı vermiyorsun, ve gidiyorsun bu işten hiç anlamayan kişilere bunu yaptırıyorsun. İşte o zaman bu işi hakkıyla yapan benim gibi ya da moda editörü olan, ortalarda gözükmeyen ama çok ciddi bu işi yapan insanlar var ve hepimizin hakkını yemiş oluyorlar. Ben İMA’ da ders verirken şunu söyledim; dışarıya çıkalım ve Yargıcı’nın önünden Maçka Palas’a kadar yürüyelim 10 moda editörü, 20 stil danışmanı görürüz. Stil danışmanlığı sadece bir eğitim kurumundan alınacak bir eğitimle olunacak bir şey değil. Sana hep söylediğim bir şey var mesela; bir; yeteneğin var. İki; eğitimin var. Ama yeteneğin olmadan eğitimin olsa da bir şey farketmez. Üç; networkün ve dört; yaptıkların.
Zaten aslında ben stil danışmanlığı yapacağım diyenlerin %90’ı da kendi sevdikleri bir stil var onu yapmak istiyorlar. Stil danışmanlığı öyle bir şey değil. Nasıl ki her doktor her hastasına rahatsızlığına göre farklı tedavi uyguluyorsa; her stil danışmanı da müşterisine Onun kişiliğine, vücut yapısına, tarzına, tavrına, rengine göre öneride bulunmalı. Yani bu iş çok ciddi bir iş ama bu ciddiyette yapılamadığı için ve çok az iyi insan olduğu için, arkadan gelenlerde sektörün problemlerinden dolayı kendilerine bir yol açılıp ilerleyemedikleri için bu iş böylece kalıyor.
MS: Harper’s Bazaar için çok güzel çekimler yapıyorsun. Onların çalışmalarını nasıl hazırlıyorsun? Her aşaması ile birebir ilgileniyor musun?
MA: Evet herşeyi ile… şöyle bir şey var Aslı’cım; benim tüm meslektaşlarım ve beni tanıyan herkes de bunu biliyor, biz gerçekten dergiciliğin mutfağındaki ve her aşamasını bilerek çok iyi ekiplerce yetiştirilmiş kişileriz. Dolayısıyla ben hayatım boyunca yaptığım hiçbir işte olmadığı gibi özellikle esas mesleğim dediğim Moda Editörlüğü dahil yaptığım hiçbir işten gocunmadan yapıyorum. Herşeyden önce ekibimin mutluluğu çok önemli. Fotoğrafçımın, saç – makyaj ekibimin, modelimin, asistanlarımın herkesin mutluluğu çok önemli.
Mekanın organize edilmesini kendim yapabiliyorsam yapıyorum, eğer yapamıyorsam tabii ki dergi destek oluyor.
Onun dışında bir mood board hazırlıyorum. O sezona, o aya göre, derginin o ay ki konseptine göre bir moodboard oluyor. Hazırladığım mood board genel yayın yönetmeninin onayından geçtikten sonra harekete geçiyoruz. Bir kısım kıyafetleri Türkiye’den temin ediyoruz, mağazalardan topluyoruz. Bir kısmını yurtdışından sipariş ediyoruz onlar geliyorlar. Bu bayağı bir uzun süreç. Model seçiminde ben önce bir eleme yapıyorum, sonra genel yayın yönetmeni ve fotoğrafçı da bakıyor ve nihai karar veriliyor.
Çekim bitene kadar her safha ile ilgileniyorum ama benim işim bitmiyor. Ondan sonra fotoğraflar, onların elenmesi. Önce ben eliyorum, sonra genel yayın yönetmeni eliyor. Sonra seçilen fotoğrafların bitmiş hali geliyor. Kredilerinin yazılması v.s. Yani dergi yayınlanana kadar o çekimin herşeyi ile birebir ilgileniyorum.
MS: Dergide aynı zamanda bir köşen var. Parçaları çok güzel hikayeleştiriyorsun. Nasıl yapıyorsun bunu?
MA: Ben yazı yazmayı çok seviyorum. Beğeniliyorsa ne mutlu. Burada şöyle bir tarzım var, aslında biraz bilinç akışı yöntemi, birazcık çocukluğumdan gelen o masal dinleme ve masal anlatma sevgisi var. Burada o ikisini bir araya getirip, sezonda o ay beğendiğim parçaları hikayeleştirmeye çalışıyorum. Aslında bir sayfalık minik bir hikaye yazıyorum. Her ay birkaç şeyden ilham alıyorum ve orada birleştiriyorum. Bu bazen hayali bir parti oluyor, bazen bir plaj daveti oluyor, Temmuz’da hayali bir yaz bavulu hazırladım mesela. Parçaları konuşturuyorum bazen ve böyle küçük bir hikaye çıkıyor.
MS: Çok beğendiğin ve takıntılı olduğun bir marka var mı?
MA: Var… Dries Van Noten. Çok büyük bir hayranıyım ve geniş bir Dries Von Noten koleksiyonum var ve tabii ki Saint Laurent.
MS: Stilinin kilit parçaları neler?
MA: Stil birazcık kendi ile sorunları olan insanların işi aslında. Dolayısıyla benim stilim tek tip değil hiçbir zaman. Bir moda editörü ve çalışan Mert olarak günlük hayatım var. O günlük hayatımda rahat kıyafetler var. Dolayısıyla benim için yaşla birlikte konforum çok önemli. Yaz, kış vücut tipime uygun iyi bir jean pantolonum mutlaka var. Zaten günlük hayatımda %90 jean giyiniyorum. Çok koşturmalı bir günümse bembeyaz dümdüz bir Saint Laurent spor ayakkabı. Aynısından “eskidiğinde bulamazsam” diye korkup üç tane aldığım 🙂 bazen Adidas Stan Smith gibi bir spor ayakkabı. Bazen de Gucci loafer, zaten başka loafer giyinmiyorum. Bir de benim şöyle bir takıntım var; çok sevdiğim bir parçanın özellikle ayakkabının her rengini almak. Gucci loaferların da her rengi var. Bunlar benim hayatımı kurtarıyor çünkü hiç hangi ayakkabıyı giyineceğim derdim yok.
Ben Gucci terlikleri de çok seviyorum ve erkek olarak ilk giyinen benim Türkiye’de. Ama o opsiyonel bir şey. Ben onları yaşlanınca evde giyinmek için aldım diyorum 🙂 ayağımı sıcak tutacak 🙂
Yazın beyaz t-shirt, çizgili t-shirt, mavi beyaz çizgili gömlek yada beyaz bol gömlek. Ama takıntılıyım GAP.
Kışın da gri, siyah, lacivert kaşmir kazaklarım ve iyi bir paltom. Benim en önemli kilit parçalarım; kışın kalın, yazın ince parkalarım. Trençkotum olmadan bir hayat düşünemiyorum. Bir de 30 yaşımdan sonra çok takıya düştüm, bir takı merakım var. Seviyorum takı!
MS: Sen bir internet sitesine danışmanlık yapan ilk isimsin. Biraz bahseder misin bundan?
MA: Ben Türkiye’de ve çok iddialı olmasın ama Dünyada da ilk defa bir internet sitesine moda danışmanlığı veren kişiyim. Benim dört yıllık bir Markafoni ve EnModa şirketlerine danışmanlık geçmişim var. Orada stylistler yetiştirdim.
MS: Burcu Esmersoy ile yollarınız nasıl kesişti? Önceden tanışıyormuydunuz yoksa bir proje ile mi tanışıp çalışmaya başladınız?
MA: Burcu ile bir Harper’s Bazaar çekiminde tanıştık. Öncesinde bir merhabamız vardı tabi ama bu çekim sonrası birkaç kez bir araya geldik. Kahve içtik, sohbet ettik ve çok iyi arkadaş olduk. Karşılıklı olarak ikimizin birbirimizin hayatında çok önemli bir yerimiz var. Çok iyi dostum, o bambaşka ama biz birbirimizin yol arkadaşıyız. O yüzden iki elim kanda olsa, dünyanın neresinde olursa olsun Ona koşarım. Çok değerlidir benim için. Ve benim mesleki hayatım boyunca kişisel stylingde yaptığım işin birebir hakkını veren Burcu Esmersoy ve Hatice Aslan’dır.
MS: Yapmayı en sevdiğin şey?
MA: Sevdiklerime yemek pişirmek en sevdiğim şey. Ve çok güzel yemek yaparım, sofra hazırlarım.
MS: O zaman ileride yemek kitabı çıkartmalısın.
MA: Var öyle bir planım. Geliyor sürpriz! Anneannemin yemekleri (çok şanslıyız millet! İlk biz duyduk! Merakla bekleyeceğiz.) Başka çok büyük bir sürprizim daha var ama onu sonra söyleyeceğim.
MS: işinle ilgili tutkularından bahsedelim.
MA: Ben yaptığım işi o kadar çok seviyorum ki Burcu gibi, Serenay gibi çok yakın arkadaşlarım var ama beni tanıyanlar bilir; ben hiçbir zaman “bugün çekimdeyim” gibi bir paylaşım yapmıyorum. Öyle fotoğraf koyan biri değilim. Ben yaptığım işle konuşulmayı seviyorum. Yaptığım iş için Mert çok iyi iş çıkartmış desinler yada kötüyse de eleştirsinler istiyorum.
MS: Asla giyinmem yada asla kullanmam dediğin bir parça var mı?
MA: Aslı’cım benim 12 yılda öğrendiğim bir şey var ki; asla, asla dememek lazım. Ama mesela bana yakışmayan renkleri biliyorum. Beni asla sarı bir üstle göremezsin. Haki falan giyiniyorum ama yeşil bir şey giyindiğimi çok göremezsin. Kurbağaya benziyorum çünkü Onun dışında asla dediğim bir şey yok.
MS: Formunu nasıl koruyorsun? Beslenmende nelere dikkat ediyorsun?
MA: Son bir yılda biraz kilo aldım ama o biraz sağlıkla ilgili. Çocukluğumun Ege de geçmiş olması sebebiyle çok zeytinyağlı üzerine kurulu bir yeme düzenim var. Sokakta çok yemeyi seven biri değilim. Ama tabii arada ben de hamburger ve pizza yiyorum. Hayatta en sevdiğim şey makarna. Onun dışında çok fazla su içiyorum. Tabii ki dikkat ediyorum kendime ama önemli olan insanın kendini iyi hissetmesi. Bunun olabilmesi için de iyi insan olmak önemli. Kalp temizliği mühim!
Ben dünyanın en iyi insanıyım demiyorum tabii ki ama akşam başımı yastığa koyduğumda huzurlu olmak önemli. Hak yedim mi? Kimseyi üzdüm mü? Üzebilirim de ama hakettiyse ve üzdüysem ona yapacak birşeyim yok 🙂 vicdanımın rahat olması önemli. Bence hayattaki en önemli şey iç huzuru.
MS: Kendine ve bakımına çok dikkat ettiğini söyledin. Nedir bakım rutinlerin? Neler yapıyorsun?
MA: Ayda bir kere yaz – kış hiç aksatmadığım bir hamam ritüelim var. Onun dışında spor yapıyorum. Hem kardiyo hem de pilates. Çok fazla yeşil sebze tüketiyorum ve gerekli vitamin ve minerallerimi alıyorum doktor kontrolünde. Uzun yıllardır düzenli kullandığım bir marka var. Her sabah önce toniğimi, cildimi hazırlamak için losyonumu, serumlarımı ve kremlerimi mutlaka sürüyorum. Akşamları da mutlaka cildimi temizler ve nemlendiricimi sürerim. Mutlaka güzel bir beyaz çay içerim. Antioksidan olduğu için. Onun dışında saçımla çok ilgilenirim. Sık, dalgalı ve kıvırcığa dönük bir saçım var aslında. O nedenle sürekli fönlüyorum saçımı. Bu nedenle de hafta bir maske ve mutlaka argan yağıyla bakım yapıyorum saçlarıma.
El ve ayak bakımı konusunda çok psikopatım. Hafta bir manikür, on beş günde bir pedikür yaptırırım (Mert elleri alışmasın diye üç farklı marka el kremi kullanıyor. Bunlar La Mer, BY Terry ve Aesop).
MS: Moda sektöründeki tüketim çılgınlığı sana ne hissettiriyor?
MA: Bu sektörde tüketim ne kadar artarsa çark o kadar dönüyor. Doğru mu değil mi dersen; sektörün devamı için ve markaların para kazanması için ne yazık ki gerekli. Ama benim gibi kafayı stille bozmuş insanlar için uzaktan bakınca üzücü.
Yani şu bilince sahip olmak lazım aslında. Paran varsa modaya sahip olabilirsin. Bu ara Gucci çok trendiyse ve paran varsa alabilirsin. Yani herhangi bir lüks tüketim markasına sahip olabilmenin tek kilit noktası para.
Ama stil sahibi olabilmek için paraya ihtiyacın yok!
MS: TV’ de moda ve stille ilgili yapılan programlar hakkında ne düşünüyorsun? Ne düşünüyorsun bu programlar hakkında?
MA: Bana çok teklif geldi. Şu an görüyorsun beni, bildiğim şey ile ilgili konuşuyorum. Mesela Project Runway gibi bir proje için teklif gelse (Zac Posen ve Heidi Klum gibi isimlerin jüri üyeliğini yaptığı bir moda programı)… bir dönem Işın Görmüş, Deniz Akkaya ve Cemil İpekçi’nin jüri üyesi olduğu bir proje vardı, öyle bir projede yer almaktan onur duyarım. Birilerini yetiştirme amaçlı olsa evet ama günlük bir bütçe ile yapılan alışverişleri yorumlamak bana göre değil. Ama halk reality show seviyor.
Benim hayalimde yapmak istediğim şey Joan Rivers gibi Fashion Police yapmak. Ve birkaç yıl içinde bunu yapacağım.
MS: Seninle ilk tanıştığımızda bana 45 dakikanı ayırdın! Bir de kahve ısmarladın sayende netleştim aslında. Bunu her zaman ve her yerde söylüyorum. Minnettarım ve elimden ne gelirse her zaman desteğe hazırım!
Ama benim gibi sana ulaşamayan yada ulaşmaya çekinen kişiler olabilir. Neler söylemek istersin benim gibi eğitim almış ama sektöre giremeyenler için? Mesela ben bloggerım dediğimde inanılmaz bir ön yargı ile karşılaşıyorum.
MA: Bloggerlık meselesine geleyim, bloggerlığı görmezden gelemezsin. Bu hayatımızın bir gerçeği. Ben sektöre girdiğimde sosyal medya diye bir şey yoktu. Biz moda haftalarını beklerdik, dergiler çıksın da görelim diye. Şimdi artık markaların kendi sitelerinden, instagram hesaplarından canlı yayınlar yapılıyor. Dünya değişti artık. Yani bloggerlığın boyutu ne olmalı? Bu sektörü farklılaştıran ne? Seni farklılaştıran ne? O tartışmalı bir konu. Ama hep söylediğim ve aralarda da konuştuğumuz gibi sektör çok zor. Kimse yanlış anlamasın ama ben şunu anlamıyorum. Neden herkes modayla ilgili bir iş yapmak istiyor? Neden herkes stylist olmak istiyor?
MS: Galiba dünya renkli geliyor? Bir de ne var biliyor musun? Bu işi neden yapmak istiyorsun sorusunun cevabı bizde çoğunlukla “Arkadaşlarım alışverişe çıkarken beni arıyorlar.” “Çok güzel giyiniyorum, neden bende bir stil danışmanı olmayayım?”
Ben bu işe böyle bakmıyorum. Modanın tarihini de okuyorum, çünkü bunu bilmem gerekiyor. Gerisini bilmediğim bir konu için nasıl yorum yapabilir yada yazabilirim? Okuyorum, araştırıyorum, yazıyorum. Farklı da olmak istiyorum. Bu köşenin çıkış noktası da o aslında. Evet ismi “Sevdiğim Stiller” ama Mert Aslan çok zevkli giyiniyor hadi Onunla da bir röportaj yapayım değil fikrim. Çünkü birçok farklı soru soruyorum. Yani bir bütün olarak gördüğüm kişiler o başlıktan kastım.
Bende böyle ayrışmak istiyorum ama sektör kendini gösteren, sıfır beden olan kızları daha çok seviyor 😦
MA: Bu iş için aslında bir moda ülkesinde olmak lazım, Türkiye bir moda değil, bir tekstil ülkesi!
Bir kere benim gözümde sen alıştığımız tarzda bir blogger değilsin. Ben senin yaptığın şeyi takdir etmesem, bugün buraya gelmezdim. Bu bloggerları takdir etmediğim için değil, fark yaratan ve merak uyandıran herkesi takdir ederim. Ben işini iyi yapan herkese saygı duyarım. Ama sen gerçekten yazı yazıyorsun, bunun için çaba sarfediyorsun bu benim için çok önemli. İnşallah dergiler devam etsin, çünkü benim gözümde sen bir dergide iyi bir editör olabilirsin, iyi yazılar yazabilirsin. (Benim için ne büyük gurur bu cümleleri duymak. Allah’ım çok mutluyum. Şükürler olsun!)
MS: Hayalim bu zaten 🙂 Ben yazmayı sevdiğim için, kendimi ifade etmek istediğim için bloğum var.
MA: Her zaman su akıyor ve yolunu buluyor. Sektörde 12 yıl geçti ve artık birilerine dokunabiliyorsam benim için önemli olan o. Hep şunu söylüyorum; kalp ameliyatı yapmıyoruz, atomu parçalamıyoruz, sonuçta gelip geçici bir durumla ilgili bir iş yapıyoruz. 25 yıl sonra birisi çıkıp, “bir zamanlar Mert Aslan vardı. Bazaar için ne güzel çekimler yapıyordu” derse ne güzel. Ama o kadar… kalıcı izler bırakan bir iş değil yaptığımız esasında. Belli bir zümre bilecek ve tanıyacak. O yüzden de herkesin kendisini bu kadar çok önemsemesi, sadece kendisine yatırım yapıp kimseyi yetiştirmemesi bana çok garip geliyor.
Herşeyi ben bilirim tavrını anlamıyorum. Ben herşeyi bilmiyorum. Bildiğim konuda sonuna kadar konuşurum çünkü buna mecburum. O benim mesleğime vefa borcum. Eskiden susardım ama artık konuşuyorum. Çünkü bizim gibi bilenler konuşmadıkça bilmeyenler çok bilgili haline geliyor.
MS: Hem zaman ayırdığın hemde samimiyetin için çok teşekkür ederim 🙂
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
İlgili